25 Ağustos 2013 Pazar

The Fiery Heart Adrian Bakış Açısından Alıntı!



Kitabın ORTASINDAN, Adrian'ın bakış açısından bir alıntı. Keyifli okumalar...

Bu büyü süreçleriyle oluştu. Jill'i hayata döndürdüğümde yataktan zor çıkmıştım. O kadar hayatı elde tutmanın bedeli aşırı büyüktü ve zihin bu yüzden bulanırdı. Şey, benimki bulanmıştı. Lissa bu dramatik iniş çıkışları yaşamıyordu. Onunkisi, geçene kadar onu huysuz ve melankolik tutan birkaç günlük sabit bir karanlıktı. Sonya'da ise bu etkilerin karışımı vardı.
Bu ruh hallerine girdiğimde, benim küçük dalgın sanatçım, derdi Tatiana teyze kıkırdayarak. Bugün aklından neler geçiyor? Sanki bu şirin bir şeymiş gibi şefkatle konuşurdu. Şimdi sesini neredeyse duyabiliyor, yanımda durduğunu görebiliyordum. Titrek bir nefesle, gözlerimi kapadım ve görüntüyü savuşturdum. O burada değildi. Gölge-öpücüklü kişiler ölüleri görebilirdi. Deliler ise sadece hayal ederdi.
Kendime sürekli bu ruh halinin geçeceğini söyleyerek tezgahta duran pizzamı yedim. Geçeceğini biliyordum. Her zaman geçerdi. Ama beklemek berbattı.
Bitirdiğimde oturma odasına döndüm ve tablolara baktım. Harika ve yaratıcı görünen şeyler şimdi yüzeysel ve aptalca geliyordu. Beni utandırıyorlardı. Hepsini bir araya topladım ve yırtılan tuvali ya da ıslak boyayı umursamadan bir köşeye fırlattım.
Sonra içki dolabına gittim.
Birkaç saat sonra yatak odasının kapısı açıldığında yatağımda uzanmış Pink Floyd dinlerken bir şişe tekila ile iyi ilerleme kaydetmiştim. Sydney'yi görünce gülümsedim. Tekilanın etkisiyle sersemlemiştim ki bu ruhu etkin biçimde susturmuş ve o korkunç, korkunç karamsarlığın kıyısından çıkarmıştı. Canlı ve şevkliydim de demiyorum ama artık bir köşeye kıvrılmak istemiyordum. Ruhu def etmiştim ve Sydney'nin güzel yüzünü görmek moralimi daha da yükseltmişti.
O da gülümsedi ve sonra, tek bir keskin bakışta olayı kavradı. Gülümsemesi silindi. Söylediği tek şey "Ah, Adrian," oldu.
Şişeyi kaldırdım. "Bugün Cinco De Mayo, Sage."
Gözleri hızlıca odayı taradı. "Hopper da seninle birlikte kutluyor mu?"
"Hopper mı? Neden böyle—" Ağzım bir an kapalı kaldı. "Oh. Ben, aa, onu unutmuşum."
"Biliyorum. Maude, Bayan Terwilliger'ın biri onun için gelecek mi diye sorma şekliyle bir mesaj gönderdi."
"Kahretsin." Rowena ile tüm olanlardan sonra, manevi çocuğum olan ejderha aklımdaki son şey olmuştu.
"Üzgünüm, Sage. Tamamen aklımdan uçmuş. Ama eminim iyidir. Gerçek bir çocuk değil sonuçta. Ve dediğim gibi, buna muhtemelen bayılıyor."
Ama ifadesi daha da ciddileşmek dışında değişmedi. Yanıma gelip tekilayı benden aldı, sonra da pencereye götürdü. Ne yaptığını çok geç anladım. Pencereyi açtı ve şişenin kalanını dışarıya döktü. Şok içinde doğruldum.
"O pahalı bir şişe!"
Pencereyi kapadı ve bana doğru döndü. O bakış beni aniden duraksattı. Kızgın değildi. Üzgün değildi. Hayal kırıklığına... uğramıştı.
"Bana söz vermiştin, Adrian. Sosyal bir içki sorun değil. Kendini iyileştirmek için içmek sorun."
"Kendimi iyileştirmek için olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordum ama onu yalanlamadım.
"Çünkü seni tanıyorum ve işaretleri de tanıyorum. Ayrıca bazen şişelerini kontrol ediyorum. bu şişede bu akşam büyük bir azaltma yapmışsın—sosyal bir içkiden çok daha fazla." Pencereye bakarak, neredeyse teknik olarak onun tekilada büyük bir azaltma yaptığını işaret edecektim.
"Engel olamadım," dedim bunun ne kadar saçma olduğunu bilsem de. Bu Angeline'in "benim suçum değil" mantrası kadar kötüydü. "Olanlardan sonra."
Sydney boş şişeyi gardroba koydu ve sonra yatakta yanıma oturdu. "Anlat."
Rowena'yı, elini ve günün geri kalan olaylarının nasıl geliştiğini açıkladım. Hikayeyi olması gereken şekilde anlatmak zordu çünkü kıvırıp mazeretler uydurmayı isteyip durdum. Doğum günü hediyeleri hakkındaki umutsuzluk kısmını atladım. En sonunda bitirdiğimde, Sydney elini nazikçe yanağıma koydu.
"Ah, Adrian," dedi tekrar, ve bu sefer, sesi üzgündü.
Elimi onunkinin üstüne koydum. "Ne yapmam gerekiyordu?" diye fısıldadım. "Sanki Jill'in olayı tekrar yaşanıyormuş gibiydi. Şey—o kadar kötü değildi tabi. Ama oradaydı. Bana ihtiyacı vardı, ve ben de yardım edebilirdim—sonra fark ettiğinde, unuttuğundan emin olmalıydım. Başka ne yapmış olmam gerekiyordu?"
Sydney beni kollarına çekti ve bir süre sessiz kaldı. "Bilmiyorum. Yani, yardım etmeden duramayacağını biliyorum. Sen busun. Ama keşke yapmasaydın. Hayır...bu doğru değil. Yaptığın için memnunum. Gerçekten. Sadece... keşke bu kadar karışık olmasaydı." Başını salladı. "Doğru bir şekilde açıklayamıyorum. Bunda iyi değilim."
"Bundan nefret ediyorsun, değil mi? Ne yapacağını bilememekten." Parfümünün hafif kokusunu alarak elimi omzuna koydum. "Ve benim bu şekilde olmamdan da nefret ediyorsun."
"Seni seviyorum," dedi. "Ama senin için endişeleniyorum. Hiç şeyi düşündün mü... yani, Lissa bir süre antidepresan almamış mıydı? Bu ona yardım etmemiş miydi?"
Başımı hızla kaldırdım. "Hayır. Bunu yapamam. Kendimi büyüden bu şekilde koparamam."
"Ama o daha iyi hissetmişti, değil mi?" diye üsteledi Sydney.
"O... evet. Sayılır." 'Sıvı tedavisi'yle bir sorunum yoktu, ama haplar midemi bulandırıyordu. "Daha iyi hissetti. Bunalıma girmedi. Kendi bir daha kesmedi. Ama büyüyü özledi, ve bu yüzden hapları kullanmayı bıraktı. Ruhun sıkıştırmasının nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun. Sanki dünyada canlı olan her şeyle uyum halindeymişsin gibi hissetmeyi."
"Bunu düşündüğünden daha iyi anlayabilirim."
"Yine de bundan fazlası var. Aynı zamanda Rose'a yardım etmek için büyüye ihtiyacı olduğu için de bıraktı. Ya benim de ihtiyacım olursa? Ya yaralanan ya da ölen sen olsaydın?" Umutsuzluğumu ve benim için ne kadar çok şey demek olduğunu ona anlatmak için Sydney'nin omuzlarını sıkıca tuttum. "Ya bana ihtiyacın olursa, ve sana yardım edemezsem?"
Yüzü sakin bir şekilde ellerimi kendi ellerinin arasına aldı. "O zaman bununla başa çıkarız. Dünyada çoğu insanın yaptığı bu. Mucizelere bel bağlayamazlar. Risklerini alırsın. Beton bir bloğun üzerime düşmesi gibi zayıf bir ihtimal yüzünden akıl sağlığını riske atmak yerine sarsılmaz ve mutlu olmanı tercih ederim."
"Eğer birine yardım edebilecek olsan öylece oturabilir miydin?"
"Hayır. İşte bu yüzden sana yardım etmeye çalışıyorum." İçindeki çatışmayı görebiliyordum, ve endişesini fark ettim.
"Hap yok," dedim kararlı bir şekilde. "Bu bir daha olmayacak. Daha çok deneyeceğim. Bunu kendi başıma halledeceğime inan."
Tereddüt ederek, sanki tartışamaya devam edecekmiş gibi göründü, ama en sonunda, razı olarak başını salladı. Tekila tadını sevmediğini bilsem de beni yatağa çekti ve öptü. Öpücük benim her zaman ona olan ve onun da bana karşı olan yakıcı hislerini ve aramızdaki bağlantıyı güçlendirdi. Muhakkak ki, eğer kendimi onda kaybedebilsem, bir daha alkol ya da hap gibi şeylere ihtiyacım kalmazdı.
"Gitmem lazım," dedi en sonunda. "Diş macunu almak için çıktım. Bu  Zoe'nin gelmek istememesine yetecek kadar sıkıcı bir işti."
Asi altın sarısı bir saç tutamını yüzünden çektim. "Yarın akşam Clarence'lerde?"
Onayladı. "Hayatta kaçırmam."
Onu ön kapıya kadar geçirdim. Mahvolmuş tablolara durup tekrar baktı ama hiçbir şey söylemeyip ifadesini değiştirmedi.
"Ciddiyim," dedim ona. "Deneyeceğim."
"Biliyorum," dedi. Gözlerindeki o önceki hayal kırıklığı hala aklımdan çıkmıyordu."Güçlü olabilirim," diye ekledim.
Gülümsedi ve parmak uçlarına kalkarak beni veda için öptü. "Zaten öylesin," diye mırıldandı. Gecenin içinde kaybolmasını izledim ve ona doğruyu söylediğimi umdum.

Çeviri: İlayda Sarıbaylar & Özlem Özsoy


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder