Kitabın
ORTASINDAN, Adrian'ın bakış açısından bir alıntı. Keyifli okumalar...
Bu
büyü süreçleriyle oluştu. Jill'i hayata döndürdüğümde yataktan zor çıkmıştım. O
kadar hayatı elde tutmanın bedeli aşırı büyüktü ve zihin bu yüzden bulanırdı.
Şey, benimki bulanmıştı. Lissa bu dramatik iniş çıkışları yaşamıyordu.
Onunkisi, geçene kadar onu huysuz ve melankolik tutan birkaç günlük sabit bir
karanlıktı. Sonya'da ise bu etkilerin karışımı vardı.
Bu
ruh hallerine girdiğimde, benim küçük dalgın sanatçım,
derdi Tatiana teyze kıkırdayarak. Bugün aklından neler geçiyor? Sanki bu şirin bir şeymiş gibi
şefkatle konuşurdu. Şimdi sesini neredeyse duyabiliyor, yanımda durduğunu
görebiliyordum. Titrek bir nefesle, gözlerimi kapadım ve görüntüyü savuşturdum.
O burada değildi. Gölge-öpücüklü kişiler ölüleri görebilirdi. Deliler ise
sadece hayal ederdi.
Kendime
sürekli bu ruh halinin geçeceğini söyleyerek tezgahta duran pizzamı yedim.
Geçeceğini biliyordum. Her zaman geçerdi. Ama beklemek berbattı.
Bitirdiğimde
oturma odasına döndüm ve tablolara baktım. Harika ve yaratıcı görünen şeyler
şimdi yüzeysel ve aptalca geliyordu. Beni utandırıyorlardı. Hepsini bir araya
topladım ve yırtılan tuvali ya da ıslak boyayı umursamadan bir köşeye
fırlattım.
Sonra
içki dolabına gittim.
Birkaç
saat sonra yatak odasının kapısı açıldığında yatağımda uzanmış Pink Floyd
dinlerken bir şişe tekila ile iyi ilerleme kaydetmiştim. Sydney'yi görünce
gülümsedim. Tekilanın etkisiyle sersemlemiştim ki bu ruhu etkin biçimde
susturmuş ve o korkunç, korkunç karamsarlığın kıyısından çıkarmıştı. Canlı ve
şevkliydim de demiyorum ama artık bir köşeye kıvrılmak istemiyordum. Ruhu def
etmiştim ve Sydney'nin güzel yüzünü görmek moralimi daha da yükseltmişti.
O
da gülümsedi ve sonra, tek bir keskin bakışta olayı kavradı. Gülümsemesi
silindi. Söylediği tek şey "Ah, Adrian," oldu.
Şişeyi
kaldırdım. "Bugün Cinco De Mayo, Sage."
Gözleri
hızlıca odayı taradı. "Hopper da seninle birlikte kutluyor mu?"
"Hopper
mı? Neden böyle—" Ağzım bir an kapalı kaldı. "Oh. Ben, aa, onu
unutmuşum."
"Biliyorum.
Maude, Bayan Terwilliger'ın biri onun için gelecek mi diye sorma şekliyle bir
mesaj gönderdi."
"Kahretsin."
Rowena ile tüm olanlardan sonra, manevi çocuğum olan ejderha aklımdaki son şey
olmuştu.
"Üzgünüm,
Sage. Tamamen aklımdan uçmuş. Ama eminim iyidir. Gerçek bir çocuk değil
sonuçta. Ve dediğim gibi, buna muhtemelen bayılıyor."
Ama
ifadesi daha da ciddileşmek dışında değişmedi. Yanıma gelip tekilayı benden
aldı, sonra da pencereye götürdü. Ne yaptığını çok geç anladım. Pencereyi açtı
ve şişenin kalanını dışarıya döktü. Şok içinde doğruldum.
"O
pahalı bir şişe!"
Pencereyi
kapadı ve bana doğru döndü. O bakış beni aniden duraksattı. Kızgın değildi.
Üzgün değildi. Hayal kırıklığına... uğramıştı.
"Bana
söz vermiştin, Adrian. Sosyal bir içki sorun değil. Kendini iyileştirmek için
içmek sorun."
"Kendimi
iyileştirmek için olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordum ama onu
yalanlamadım.
"Çünkü
seni tanıyorum ve işaretleri de tanıyorum. Ayrıca bazen şişelerini kontrol
ediyorum. bu şişede bu akşam büyük bir azaltma yapmışsın—sosyal bir içkiden çok
daha fazla." Pencereye bakarak, neredeyse teknik olarak onun tekilada
büyük bir azaltma yaptığını işaret edecektim.
"Engel
olamadım," dedim bunun ne kadar saçma olduğunu bilsem de. Bu Angeline'in
"benim suçum değil" mantrası kadar kötüydü. "Olanlardan
sonra."
Sydney
boş şişeyi gardroba koydu ve sonra yatakta yanıma oturdu. "Anlat."
Rowena'yı,
elini ve günün geri kalan olaylarının nasıl geliştiğini açıkladım. Hikayeyi
olması gereken şekilde anlatmak zordu çünkü kıvırıp mazeretler uydurmayı
isteyip durdum. Doğum günü hediyeleri hakkındaki umutsuzluk kısmını atladım. En
sonunda bitirdiğimde, Sydney elini nazikçe yanağıma koydu.
"Ah,
Adrian," dedi tekrar, ve bu sefer, sesi üzgündü.
Elimi
onunkinin üstüne koydum. "Ne yapmam gerekiyordu?" diye fısıldadım.
"Sanki Jill'in olayı tekrar yaşanıyormuş gibiydi. Şey—o kadar kötü değildi
tabi. Ama oradaydı. Bana ihtiyacı vardı, ve ben de yardım edebilirdim—sonra
fark ettiğinde, unuttuğundan emin olmalıydım. Başka ne yapmış olmam
gerekiyordu?"
Sydney
beni kollarına çekti ve bir süre sessiz kaldı. "Bilmiyorum. Yani, yardım
etmeden duramayacağını biliyorum. Sen busun. Ama keşke yapmasaydın. Hayır...bu
doğru değil. Yaptığın için memnunum. Gerçekten. Sadece... keşke bu kadar
karışık olmasaydı." Başını salladı. "Doğru bir şekilde
açıklayamıyorum. Bunda iyi değilim."
"Bundan
nefret ediyorsun, değil mi? Ne yapacağını bilememekten." Parfümünün hafif
kokusunu alarak elimi omzuna koydum. "Ve benim bu şekilde olmamdan da
nefret ediyorsun."
"Seni
seviyorum," dedi. "Ama senin için endişeleniyorum. Hiç şeyi düşündün
mü... yani, Lissa bir süre antidepresan almamış mıydı? Bu ona yardım etmemiş
miydi?"
Başımı
hızla kaldırdım. "Hayır. Bunu yapamam. Kendimi büyüden bu şekilde
koparamam."
"Ama
o daha iyi hissetmişti, değil mi?" diye üsteledi Sydney.
"O...
evet. Sayılır." 'Sıvı tedavisi'yle bir sorunum yoktu, ama haplar midemi
bulandırıyordu. "Daha iyi hissetti. Bunalıma girmedi. Kendi bir daha
kesmedi. Ama büyüyü özledi, ve bu yüzden hapları kullanmayı bıraktı. Ruhun
sıkıştırmasının nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun. Sanki dünyada canlı olan
her şeyle uyum halindeymişsin gibi hissetmeyi."
"Bunu
düşündüğünden daha iyi anlayabilirim."
"Yine
de bundan fazlası var. Aynı zamanda Rose'a yardım etmek için büyüye ihtiyacı
olduğu için de bıraktı. Ya benim de ihtiyacım olursa? Ya yaralanan ya da ölen
sen olsaydın?" Umutsuzluğumu ve benim için ne kadar çok şey demek olduğunu
ona anlatmak için Sydney'nin omuzlarını sıkıca tuttum. "Ya bana ihtiyacın
olursa, ve sana yardım edemezsem?"
Yüzü
sakin bir şekilde ellerimi kendi ellerinin arasına aldı. "O zaman bununla
başa çıkarız. Dünyada çoğu insanın yaptığı bu. Mucizelere bel bağlayamazlar.
Risklerini alırsın. Beton bir bloğun üzerime düşmesi gibi zayıf bir ihtimal
yüzünden akıl sağlığını riske atmak yerine sarsılmaz ve mutlu olmanı tercih
ederim."
"Eğer
birine yardım edebilecek olsan öylece oturabilir miydin?"
"Hayır.
İşte bu yüzden sana yardım etmeye çalışıyorum." İçindeki çatışmayı
görebiliyordum, ve endişesini fark ettim.
"Hap
yok," dedim kararlı bir şekilde. "Bu bir daha olmayacak. Daha çok
deneyeceğim. Bunu kendi başıma halledeceğime inan."
Tereddüt
ederek, sanki tartışamaya devam edecekmiş gibi göründü, ama en sonunda, razı
olarak başını salladı. Tekila tadını sevmediğini bilsem de beni yatağa çekti ve
öptü. Öpücük benim her zaman ona olan ve onun da bana karşı olan yakıcı hislerini
ve aramızdaki bağlantıyı güçlendirdi. Muhakkak ki, eğer kendimi onda
kaybedebilsem, bir daha alkol ya da hap gibi şeylere ihtiyacım kalmazdı.
"Gitmem
lazım," dedi en sonunda. "Diş macunu almak için çıktım. Bu
Zoe'nin gelmek istememesine yetecek kadar sıkıcı bir işti."
Asi
altın sarısı bir saç tutamını yüzünden çektim. "Yarın akşam
Clarence'lerde?"
Onayladı.
"Hayatta kaçırmam."
Onu
ön kapıya kadar geçirdim. Mahvolmuş tablolara durup tekrar baktı ama hiçbir şey
söylemeyip ifadesini değiştirmedi.
"Ciddiyim,"
dedim ona. "Deneyeceğim."
"Biliyorum,"
dedi. Gözlerindeki o önceki hayal kırıklığı hala aklımdan
çıkmıyordu."Güçlü olabilirim," diye ekledim.
Gülümsedi
ve parmak uçlarına kalkarak beni veda için öptü. "Zaten öylesin,"
diye mırıldandı. Gecenin içinde kaybolmasını izledim ve ona doğruyu söylediğimi
umdum.
Çeviri:
İlayda Sarıbaylar & Özlem Özsoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder