Yazarımız Richelle Mead beklenmedik Adrian ilhamını açıkladı:
İnsanlar sık sık ilhamımı nereden aldığımı soruyorlar ve ben her zaman iyi bir cevabım olmadığını söylüyorum çünkü, şey, ilham her yerden geliyor: insanlar, mekanlar, anılar. Bunlar ilham pırıltısı taşıyabilen etrafımızı sarmış küçük mücevherler. İşte bu da daha beklenmedik bir tanesi.
En çok "Küçük Kadınlar"ı yazmakla ünlü olan Louisa May Alcott'un çok daha az tanınan "Sekiz Kuzen" adında bir romanı vardı. On-on iki yaşlarında, yetim kalmış ve babasının büyüdüğü kasabada yaşamaya gönderilmiş, burada sekiz erkek kuzeni ve bir sürü tuhaf hala ve amcalarının olduğunu keşfeden bir kız hakkında. Neyse, kitap güzel ama kitaba aşık değilim. ASIL aşık olduğum kitabın devamı, "Gül Açarken". Evet... Kızın adının Rose olduğunu söylemiş miydim? (Rose Hathaway'a Alcott'un Rose Campbell'inin ismi verilmedi, ama bu kesinlikle o isme bu kadar güçlü duygular beslememin nedenlerinden biri.)
"Gül Açarken"de Rose şimdi genç bir bayan ve bunun anlamı asıl beklediğim şey için hazır: Romantizm! Rose'un taliplerinden biri Mac, onun en sessiz ve en sade kuzeni (19. yüzyılda geçiyordu, o zamanlar bu kuzen olayında bir sorunları yoktu). Rose ona kibarca onu ailesi ve en iyi arkadaşı olarak sevmesine rağmen, onun hayal ettiği romantik kahraman olmadığını ve bundan vazgeçmesi gerektiğini söylüyor. Mac ise ona yapamayacağını ve o hayatına devam ederken onu kendince seveceğini söylüyor. Böylece asla aşk konusunu açmadığı ama sonunda onu hem gerçek bir arkadaşı olarak hem de onu sonunda allak bulak eden ve "Hey, belki de en iyi arkadaşım romantik bir kahraman olabilir," diye fark etmesini sağlayan ince ama baygınlık geçirtecek romantik jestler yaparak ustalıklı mücadelesini başlatıyor.
Kesinlikle bu aşk hikayesine bayılıyorum. "The Indigo Spell"e başlamaya hazırlanırken, Adrian'ın Sydney'ye karşı kara kara düşünceli, küçümseyici ruh halinde olmasına ve/veya sürekli gösterişli, agresif hareketlerle onu kazanmaya çalışmasına tamamen hazırlıklıydım. Sonra düşündüm ki, "Ya Mac yaklaşımında bulunsa? Ya Adrian sadece soğukkanlı davransa ve 'Tamam, Sydney, sen yapman gerekeni yapıyorsun.' tarzında olsa. Doğrusu Adrian'ın bunu başaracağından emin değildim. Mac eskiden kenara atılan ciddi, sabırlı bir karakter. Bunlar genelde Adrian'ı tanımlayan terimler değil, ama aniden onun gibi tapılmaya ve anlık hazlar yaşamaya alışkın biri sorumlu ve uzun bir yolda kalmak için yeterince güçlü olabilir miydi görmek için çok heyecanlanmıştım. Sydney'nin hislerine, geri çekilecek ve sürekli onunla uğraşmayacak kadar saygı gösterebilir miydi? Onu reddetmesi karşısında üzgün olmayacak kadar olgun olabilir miydi? Ve onun alıştığı arkadaşı olmaya devam edip sonunda kendi kendine kabullenip kabullenmeyeceğini görecek kadar sabırlı olabilir miydi?
Bu sorular beni kitabı yazmak için çok heyecanlandırdı ve bu da beni en baştaki ilham konusuna getiriyor. Dediğim gibi, ilham her yerden geliyor, ve sık sık, sadece bir "Ya eğer?" sorusu soruyor. Benim Alcott'un kitabında gördüğüm gibi bir şey görüyorsunuz ve altüst edip tamamen mantıksız bir duruma koyuyorsunuz. Yazar olmaktaki önemli şey bu. İnanılmaz sorular hayal ediyorsunuz... ve sonra daha da inanılmaz cevaplar hayal ediyorsunuz.
Çeviri: İlayda Sarıbaylar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder